23 Ekim 2010 Cumartesi
9 DOLAR 99 CENT
Etgar Keret’in kendi kısa hikayelerinden yola çıkarak oluşturulan stop motion tekniğiyle çekilen animasyonun yönetmeni Tatia Rosenthal. Büyüklere masallar tadında olan film,farklı hikayelerden yola çıkarak, bir bütün haline getirip, hepsini bir hikayede birleştirir.
9,99$, insandan yola çıkarak hayatın anlamını sorgulayan bir kara mizah aslında. İki oğlu olan, sıradan bir hayatı olan bir memurun hayatıyla başlar film. Bir gün bir evsizin öldüğünü görür ve hayatı sorgulamaya başlar. Başkalarına karşı olan davranışları, sahip oldukları, olamadıkları…
Memurun icra görevlisi olan oğlu, apartmana yeni taşınan fotomodelle aşk yaşamaya başlar ve hiçbir şey umurunda değildir. Ailesini bir kenara atmıştır ve tek derdi yeni tanıştığı sevgilisidir. Küçük oğlu Dave Pick ise 28 yaşında, işsiz, hayatın güçlükleri ile başa çıkmaya çalışan bir adamdır. Bir gün reklamını gördüğü bir kitap ilgisini çeker ve kitabı almak için sipariş verir. Bu kitap “Hayatın Anlamı” ismindedir ve 9,99 $ dır.
Dave Pick ana karakterinin etrafında, başka karakterlerin de yaşantıları gösterilir izleyiciye. Uyuşturucu bağımlısı bir genç ile sevgilisinin yaşantıları, aynı apartmanda tek başına yaşayan bir adamın, melek kılığındaki evsiz bir adamla paylaştığı yalnızlığı anlatılır ara öykülerde.
1 Ekim 2010 Cuma
BUZLAR KRALİÇESİ GRETA GARBO
Guiness Rekorlar kitabına şimdiye kadar yaşamış en güzel kadın olarak giren ve Amerikan Film Enstitüsü tarafından hazırlanan En Önemli 50 Beyaz Perde Efsanesi listesinde en önemli beşinci yıldız olarak yer alan Greta Garbo, 1955 yılında “unutulmaz sahne performansları için” Akademi Onur ödülünü almıştır.
Hollywood’un sessiz film döneminde ikonlaşan Greta Garbo 18 Eylül 1905 te İsveç’te doğmuştur. Asıl adı Greta Lovisa Gustafsson olan Garbo 3 kardeşin en küçüğüydü. 14 yaşındayken, babasını kaybettikten sonra, okulu bırakıp çalışmaya zorlandı. Önce berber dükkanında çıraklık yaptıktan sonra PUB adlı şirkette katibelik yaptı. Katibelik yaparken aynı zamanda gazete reklamlarında da fotomodellik yaptı. Çalıştığı firmanın reklamları için reklam filmleri çekti. Bu filmleri göre komedi yönetmeni Eric Petscher, Serseri Peter isimli filmde ufak bir rol verdi.
1922’den 1924’e kadar Kraliyet Dramatik Tiyatro’da eğitim gördü ve orada yönetmen Mauritz Stiller ile tanıştı. Stiller, sinema tekniği konusunda dersler verdi ve ona Greta Garbo sahne adını taktı. Ardından Gösta Berling’in Hikayesi isimli sessiz filmde önemli bir rol verdi.
Daha sonra MGM şirketinin yönetmeni Lois Mayer’in de dikkatini çekti. Mayer’e göre Garbo’yu yıldız yapan gözlerinden yansıyan bakışlar ve duygulardı. Garbo, meşhur olmaya başladığında, Stiller ile ilişkisi bozuldu.Stiller Hollywood’dan kovuldu ve İsveç’e döndü.
Garbo’nun en önemli sessiz filmleri Greta Garbo’nun en önemli sessiz filmleri The Torrent/Sel, The Temptress/ Baştan Çıkartan Kadın, Flesh and the Devil/ Ten ve Şeytan dı. Duyguların ve mimiklerin abartılarak anlatıldığı sessiz dönem sinemasından sesli sinemaya geçildiğinde, herkes zorlanırken Garbo hiç zorlanmadı. İlk sesli filmi olan Anna Christie’ki Anna rolüyle büyük başarıya ulaştı fakat kendi performansından nefret etmişti. Hoşuna gitmeyen bir şey olduğunda “ Galiba İsveç’e döneceğim” derdi. Stüdyodakiler o kadar korkardı ki her arzusunu yerine getirmeye başladılar ve Garbo kendi kurallarını koydu.
Garbo beyazperdeye veda ettiğinde sadece 36 yaşındaydı fakat uzun zamandır kadın hakları savunucularının yapamadığını yapmış, Amerikan toplumuna bir kadının hem seksi, hem zeki olabileceğini gösterdi. 1920 li yıllarda özgürlük yanlıları toplumda hor görülürken, o, canlandırdığı cazibeli, feminen ama bağımsız karakterlere milyonlarca kadına, cinselliklerinin erkeklerin kontrolünde olmadığını gösterdi.
Greta Garbo; 20 li yıllarda bağımsız kadının ve kadının özgürlüğünün ikonu olmayı başarmış, nadir gerçek özgür ruhlardan biriydi.
Filmleri:
- Two-Faced Woman (1941) (Karin Borg Blake rolünde)
- Ninotchka (1939) (Nina Yakushova 'Ninotchka' Ivanoff)
- Conquest (1937) (Countess Marie Walewska)
- Camille (1936) (Marguerite Gautier)
- Anna Karenina (1935) (Anna Karenina)
- The Painted Veil (1934) (Katrin Koerber Fane)
- Queen Christina (1933) (Queen Christina)
- As You Desire Me (1932) (Zara aka Maria)
- Grand Hotel (1932) (Grusinskaya) Mata Hari (1931) (Mata Hari)
- Susan Lenox (1931) (Susan Lenox)
- Inspiration (1931) (Yvonne Valbret)
- Anna Christie (1931) (Anna Christie)
- Romance (1930) (Madame Rita Cavallini)
- Anna Christie (1930) (Anna Christie)
- The Kiss (1929) (Irene Guarry)
- The Single Standard (1929) (Arden Stuart Hewlett)
- Wild Orchids (1929) (Lillie Sterling)
- A Woman of Affairs (1928) (Diana Merrick Furness)
- The Mysterious Lady (1928) (Tania Fedorova)
- The Divine Woman (1928) (Marianne)
- Love (1927/I) (Anna Karenina)
- Flesh and the Devil (1926) (Felicitas)
- The Temptress (1926) (Elena)
- Torrent (1926) (Leonora Moreno)
- Freudlose Gasse, Die (1925)(Greta Rumfort)
- Gösta Berlings saga (1924) (Elizabeth Dohna)
- Luffar-Petter (1922) (Greta)
- Kärlekens ögon (1922) (Extra)
- Lyckoriddare, En (1921) (Maid)
- Konsum Stockholm Promo (1921)
- Herr och fru Stockholm (1920) (Elder sister)
28 Ağustos 2010 Cumartesi
Bir Aşk Hikayesi - BİLEKKESENLER
Ölümden sonra hayatın olup olmadığı, bir çok insan tarafından merak edilen ve insanın kafasını kurcalayan konulardan biridir. Dinlerin verdiği cevabı tatminkar bulmayanlar, hayal güçlerine göre yanıt üretirler bazen ki bir kısımı bu hayallerini beyazperdeye uyarlar. Genelde bir araf, arada kalma durumu söz konusudur ki, yarım kalan işlerini bitirmeden dünyadan ayrılamazlar.
Bilek kesenler filmi ise biraz daha değişik bir bakış açısından bakmış, öteki taraf durumlarına;
Sevgilisi Desiree'den ayrılan Zia, yaptığı temizliğin ardından intihar eder ve Zia'yı bir pizzacıda görürüz. Burası intihar edenlerin gittiği bir yerdir. Yaşadığı yere çok benzede, renkler daha solgun, hayat daha sıkıcı ve ölülerle doludur. Barlarda intihar eden şarkıcıların müzikleri çalar, gece yıldız gözükmez ve ölüler asla gülmezler.
Bir gün kız arkadaşının intihar ettiğini öğrenir ve Rus arkadaşı Eugene ile Desiree'yi aramaya çıkarlar. Yolda buraya yanlışlıkla geldiğini düşünen ve bir yetkiliyle görüşmek isteyen Mikal'de onlara katılır ve film bir yol ve aşk hikayesine dönüşmeye başlar.
Tom Waits'in de eşlik ettiği, bu ilginç, hayal gücünü harekete geçiren, hoş sahneleri olan ve mucizelerin ancak onları beklemediğimiz ya da beklemekten vazgeçtiğimiz zamanlarda gerçekleşeceklerini söyleyen bu filmin oyuncuları ise Patrick Fugit, Shannyn Sossamon ve Shea Whigham. 2006 Sundance Film Festivali’nde Jüri Büyük Ödülü almıştır.
15 Ağustos 2010 Pazar
Dazlak Kral Yul Brynner
Beyazperdenin dev yıldızı 11 Temmuz 1920 de İsveç-Moğol bir babadan, Rus bir anneden Vladivostok, Rusya 'da dünyaya gelmiştir.
Usturalı dazlak saçları ve çekik gözleriyle kendine özgü bir tip yarattı. 20'li yaşlarında modellik ve oyunculuk yaptı. Renkli bir yaşantısı olan Brynner, Moğol soyundan geldiğini iddia ederek, yaşantısını daha da renklendirdi.
Gençliğinde bir süre sirklerde çalıştıktan sonra, Sorbon Üniversitesinde felsefe eğitimi aldı. Daha sonra tiyatro eğitimi aldı ve ilk kez 1946 yılında Broadway'de sahneye çıktı.
On Emir, Anastasia, Karamazof Kardeşler, Yedi Silahşörler gibi unutulmaz yapıtlarda oynadı fakat Yul Brynner'a asıl ünü kazandıran, adını ölümsüzlüşteren, daha sonra sinema filmi de yapılan, Siyam Kralı'nı canlandırdığı Kral ve Ben adlı tiyatro oyunu olmuştur. 1956 yılında Kral ve Ben ona Oskar ödülü kazandırmıştır.
Renkli bir yaşantısı olan Brynner sigara tiryakisiydi. Günde 5 paket sigara içerdi. 1983 yılında yakalandığı akciğer kanserinden kurtulamadı ve 1985 yılında da bu dünyadan göçtü.
Filmleri:
# Port of New York (1949)
# The King and I (1956)
# The Ten Commandments (1956)
# Anastasia (1956)
# The Brothers Karamazov (1958)
# The Buccaneer (1958)
# The Journey (1959)
# The Sound and the Fury (1959)
# Solomon and Sheba (1959)
# Once More, with Feeling! (1960)
# The Testament of Orpheus (1960)
# Surprise Package (1960)
# The Magnificent Seven (1960)
# Goodbye Again (1961)
# Escape from Zahrain (1962)
# Taras Bulba (1962)
# Kings of the Sun (1963)
# Flight from Ashiya (1964)
# Invitation to a Gunfighter (1964)
# Morituri (1965)
# Cast a Giant Shadow (1966)
# The Poppy Is Also a Flower (1966)
# Return of the Seven (1966)
# Triple Cross (1967)
# The Double Man (1967)
# The Long Duel (1967)
# Villa Rides (1968)
# The Battle of Neretva (1968)
# The File of the Golden Goose (1969)
# The Madwoman of Chaillot (1969)
# The Magic Christian (1969) (Küçük rol [Cameo])
# Adios Sabata Part of The Sabata Trilogy(1971)
# The Light at the Edge of the World (1971)
# Romance of a Horsethief (1971)
# Catlow (1971)
# Fuzz (1972)
# On Location with Westworld (1973) (Kısa metrajlı)
# Night Flight from Moscow (1973)
# Westworld (1973)
# The Ultimate Warrior (1975)
# Death Rage (1976)
# Futureworld (1976)
2 Ağustos 2010 Pazartesi
Biz Sana Film Çekemezsin Demedik
Hava, Su, Toprak, Ateş… Kaderleri birbirine bağlanmış dört ülkedir. Ateş Ülkesi’nin diğerlerine karşı vahşice bir savaş başlatmasıyla bir anda herşey değişir.
Koskoca bir yüzyıl geçtiği halde bu yıkım sürecini değiştirecek en küçük bir umut belirtisi bile yoktur.
Fakat günün birinde Aang adlı bir avatar ortaya çıkar. Aang hayatta kalmak ve avatarlık görevini yapmak zorundadır.
Avatar The Last Airbender'ın çekileceğini duyunca benim gibi animesinin takipçisi olan bir çok insan için heyecanlı ve meraklı bekleyiş başladı. Hayallerimiz gerçek oluyordu. Aang, Sokka, Katara,Zuko beyazperdeye taşınıyordu. Sürekli takipteydik, açıkçası yönetmeninin Shyamalan olduğunu duyunca ilk hevesim kırılmaya başladı. Daha önce 6.His, Köy gibi başarılı yapımlara imza atan Shyamalan, neden yapamasın ki diye düşündüm fakat yapımcılar benim gibi düşünmüyordu ve vazgeçmesini söylüyordu. Fakat Shyamalan ısrarla filmi çekmeyi istedi. Peki dedik belki çeker. Oyuncular yavaş yavaş belli olmaya başlayınca tereddüte düştük. Zuko'yu Dev Patel oynayacaktı ve Hintli'ydi. Fakat Ateş ulusu beyazdı. O kadar kusur kadı kızında da olur dedik yine heyecanla beklemeye başladık. Nihayet herşey hazırdı ve fragmanları dönmeye başladı. Fragmanlar dönmeye başladıkça, filmin gösterim tarihini 4 gözle beklemeye başladık. Hayallerimiz gerçek oluyordu. Filmini görmek istediğimiz anime en sonunda beyazperdede boy gösterecekti. Nihayet beklediğimiz an geldi ve Avatar gösterime girdi.
Animesini izlemeyenlerin beğendiği film olmuştu Son Hava Bükücü, fakat animesinin bağımlısı olan herkes için tam bir hayal kırıklığı yaşattı. Şapşal olması gereken Sokka çok zekiydi, Aang birden herşeyi öğrendi. Toprak krallığı gemide değildi. Katara hemen su bükmeye başladı. Zuko saçlıydı ve yara izi yok denecek kadar azdı. Çay bağımlısı ve kısa boylu olan Zuko'nun amcası filmde uzun boyluydu ve film boyunca tek bir sefer bile çay kelimesi geçmedi. Konu çok atlamıştı ve az önce de belirttiğim gibi animesinin hayranı olan herkes için bir hayalkırıklığı oldu.
Biz sana film çekemezsin demedik Şıyamalan, sadece bildiğin türde çek dedik.
23 Temmuz 2010 Cuma
Asi güzel ve deli
Frances Farmer'ı tanır mısınız? 1 Ağustos 1970 tarihinde ölen bu kadın yapımcıların şartlarına uymadığı için deli teşhisi konarak acımasız tedavilerden geçirilmiştir.
Kendisine ödül kazandıran, Tanrı Öldü adlı kitabını yazdığında aldığı tepkiler yüzünden Amerikan Gizli Servisi Farmer'ın hayatını zindana çevirmek için uğraştı.
Din düşmanı olarak tanınmasını sağlayan kitabını yazdığında 17 yaşındaydı.
Frances Fermer'in annesi avukattı ve toplumsal olaylarla ilgilenip pek çok eyleme katılırdı. Fermer'in aykırı tutumları ve feministliği de annesinden gelmekteydi. Fakat Fermer'ın sesi annesinden daha çok çıktığı ve düşüncelerini yüksek sesle çekinmeden söylediği için tehlikeli olduğu düşündü ve milliyetçi bir kimliğe bürünerek kızının koministler tarafından kışkırtıldığını söylemiştir.
Sinema ve tiyatroya adım atan Fermer, pek çok film aktristinin aksine, pahalı mücevherlerı, ihtişamlı evleri, lüks arabaları kabul etmedi. Çevirdiği filmlerden kazandığı paraları, ihtiyaç sahipleri kadınlarla paylaşmayı tercih etti. Oyunculuk yaparken, sadece kazandığı paraları dağıtmıyor, istenen mayolu pozları vermiyor, alınan kaşlarını geri istiyordu.
Sade ve diğer yıldızlara benzemeyen yaşantısı, 1 Mayıs gösterilerine katılması,Marksist düşünceleri, kameraların dışındaki giyim tarzı yüzünden Hollywood için tehlikeliydi ve Paramount stüdyoları tarafından uyarıldı ve bir star gibi yaşaması gerektiği bildirildi. Fakat star gibi dolaşmayan Fermer'ın yüzüne sinema kapıları tek tek kapandı.
Düşüncelerini yüksek sesle söyleyen pek çok kadın gibi, Fermer'ıda susturmanın yolu bulunmuştu. Önce alkollü araç kullanmaktan 18 ay ceza almış sonra bir kez daha hapishaneye gönderildikten sonra akıl hastanesine kapatıldı.
Önce manik depresif, sonra da paranoid şizofreni teşhisiyle ağır tedavi yöntemleri uygulandı.Şu an kullanılmayan insülin şok tedavisi gördü daha sonra kendisine elektro şok uygulandı ve en kötüsü iddiaya göre lobotomi yapıldı. Her ne kadar inkar edilse de pek çok yerde lobotomiye maruz kaldığı yazmaktadır.
Sırf yaşam tarzı sebebiyle toplumdan dışlanarak gençliğini akıl hastanelerde pek çok kötü ve ağır tedavilerle geçiren Farmer 1 Ağustos 1970 yılında gırtlak kanserinden hayatını kaybetti, son yılları sefaletle geçti.
21 Temmuz 2010 Çarşamba
Yaşayan Efsane Merly Streep
Gelmiş geçmiş en yetenekli aktrist olarak kabul edilen Merly Streep, 2 kez oskar ödülüne layık görülerek ve 13 kez Oskar'a aday olarak, en çok aday olan oyuncu ünvanını taşıyor.
22 Haziran 1949 New Jersey doğumlu olan Streep, Vassar Kolejinde drama okudu ve mezun olduktan sonra Yale Üniversitesi'nde drama bölümünde güzel sanatlar bölümünde master yaptı.
1977 yılında Julia adlı filmde küçük ama önemli bir rol üstlenerek sanat yaşamına başladı. 1978 yılında oynadığı Deep Hunter filminde ise ilk kez Oskar'a aday gösterildi. 1979 yılında ise Dustin Hoffman ile oynadığı Kramer Kramer'e Karşı filmiyle en iyi yardımcı kadın Oskar'ını aldı. 1982 yılında oynadığı Sophie' Choise adlı filmle en iyi kadın oyuncu ödülünü aldı.
Streep, beyazperdedeki yükselişinin ardından tv dizilerinde de oynamaya başladı. 1978 yılında Holocaust adlı mini dizideki rolüyle ve 2002 yılında Angels in America adlı mini dizisi ile Emmy ödülü kazandı.
Streep, gelmiş geçmiş en yetenekli ve tercih edilen oyunculardan biri olduğunu aldığı ödüllerle de kanıtladı. Sinema, tiyatro ve televizyon dallarında aday olduğu 100’ün üstünde ödülün 50’ye yakınını kazandı. Bunlardan 2 tanesi Oskar Ödülü oldu ve oyuncu halen Oskar’a en çok aday olan sanatçı ünvanını 13 adaylıkla elinde bulunduruyor. Bunlardan 3 tanesi en iyi yardımcı kadın oyuncu, 10 tanesi ise en iyi kadın oyuncu dallarında. Streep, Altın Küre Ödülü’nü en çok kazanan aktris ünvanını 5 ödülle Rosalind Russell ile paylaşıyor. Aynı zamanda Altın Küre Ödülleri’ne en çok aday olan ikinci oyuncu. (21 adaylık)
Bir çok eleştirmen tarafından yaşayan en iyi sinema oyuncusu olarak gösterilen Streep'in Ünlüler kaldırımında bir yıldızı bulunuyor. Rol yaparken her dili mükemmel bir şekilde konuşabiliyor ve Susam Sokağı nın Amerikan versiyonunda onuruna bir Merly Streep karakteri konulmuş.
Oynadığı Filmler ve Rolleri:
7 Temmuz 2010 Çarşamba
Erkeğin Gözyaşları
Senaryosunu yazdığı ve yönetmenliğini yaptığı Sally Potter imzalı film, Sovyet Rusya'daki savaş nedeniyle babasından ayrılmak zorunda kalan Suzie'nin babasının arayışını anlatır.
Suzie'nin babasının para kazanmak ve geçimlerini sağlamak için Amerika'ya gitmeden önce Suzie'nin kulağına söylediği arya ile açılır filmin sekansı. Film boyunca bu duygusal ve etkiliyeci parça bize eşlik ederek, filmin çarpıcılığını perçinler.
Yahudi bir aileden gelen Suzie'nin köyünü bir gün Naziler katleder ve Suzie buradan kaçmayı başarır. İngiltere'de bir ailenin yanında yahudi kimliğini saklayarak evlatlık olarak büyütülür. Müziğe olan ilgisi ve güçlü sesi sayesinde şarkı söyleyen bir dans topluluğuyla Paris'e gitmeyi başarır. Lola ile de bu sayede tanışır.
Aynı dans grubunda yer alan Lola ve Suzie resmi bir partideki gösterilerinde çingene Cezar ve partinin baş konuklarından biri Dante ile tanışırlar. Lola, Dante ile beraberlik yaşarken, birbirlerine aşık olan Cezar ve Suzie'nin yolları, yahudi kimliğinin ortaya çıkmasıyla ve Nazilerin Paris'teki yahudileri toplaması ile ayrılır. bu katliamdan kaçmak ve babasının izini bulmak için Amerika'ya yolculuğa çıkar.
Film boyunca hüzünlü olan Suzie, bize yahudi katliamın etkilerini tekrar hatırlatırken, Lola karakteri de yine bu savaş yüzünden Rusya'da yaşayan aydınların içine düştükleri zor durumları hatırlatır.
Yönetmen: Sally Potter
Oyuncular: Christine Ricci(Suzie), Cate Blanchett(Lola), Cezar(Johnny Deep), John Turturro(Dante)
Suzie'nin babasının para kazanmak ve geçimlerini sağlamak için Amerika'ya gitmeden önce Suzie'nin kulağına söylediği arya ile açılır filmin sekansı. Film boyunca bu duygusal ve etkiliyeci parça bize eşlik ederek, filmin çarpıcılığını perçinler.
Yahudi bir aileden gelen Suzie'nin köyünü bir gün Naziler katleder ve Suzie buradan kaçmayı başarır. İngiltere'de bir ailenin yanında yahudi kimliğini saklayarak evlatlık olarak büyütülür. Müziğe olan ilgisi ve güçlü sesi sayesinde şarkı söyleyen bir dans topluluğuyla Paris'e gitmeyi başarır. Lola ile de bu sayede tanışır.
Aynı dans grubunda yer alan Lola ve Suzie resmi bir partideki gösterilerinde çingene Cezar ve partinin baş konuklarından biri Dante ile tanışırlar. Lola, Dante ile beraberlik yaşarken, birbirlerine aşık olan Cezar ve Suzie'nin yolları, yahudi kimliğinin ortaya çıkmasıyla ve Nazilerin Paris'teki yahudileri toplaması ile ayrılır. bu katliamdan kaçmak ve babasının izini bulmak için Amerika'ya yolculuğa çıkar.
Film boyunca hüzünlü olan Suzie, bize yahudi katliamın etkilerini tekrar hatırlatırken, Lola karakteri de yine bu savaş yüzünden Rusya'da yaşayan aydınların içine düştükleri zor durumları hatırlatır.
Yönetmen: Sally Potter
Oyuncular: Christine Ricci(Suzie), Cate Blanchett(Lola), Cezar(Johnny Deep), John Turturro(Dante)
22 Haziran 2010 Salı
Luis Bunuel
22 Şubat 1900 Calanda, İspanya doğumlu sürrealist senarist ve yönetmen olan Luis Bunuel, sinema tarihinin otoriteleri tarafından en etkili yönetmenlerinden biri olarak kabul edilmiştir.
Madrid Üniversitesine girmeden önce Salvador Kolejinde ağır bir cizvit eğitimi alan Bunuel, Madrid Üniversitesinde önce doğal bilimler ve zirat okurken, sonra mühendislik daha sonra da psikoloji bölümüne geçmiştir. Burada Salvador Dali ve Federico Garcia Lorca ile tanıştı. 1920lerin Parisinde avangard deneyimler boy gösteriyordu ve Bunuelde sinema eğitimi almak için Paris'e gitti. 1929da Salvador Dali ile birlikte gerçeküstücü bir klasik olan Bir Endülüs Köpeğini çekti.
1930 yılında Salvador Dali ile çekmeyi planladığı, ancak yaşanan anlaşmazlık nedeniyle yalnız çektiği, marquis de Sade'nin Sodom'un 120 gününden izler taşıyan Altın Çağı çekti.Ancak bu film Katolizmi hedef aldığı söylenerek büyük skandallara yol açtı ve filmin gösterimi yasaklandı. Film üzerindeki yasak ancak 1980 yılının ortalarında kalktı.
Bu filmi çekmesinden 2 yıl sonra Las Hurdes bölgesindeki yoksulluğu gözler önüne seren bir belgesel olan Ekmeksiz Toprak filmini çekti. 1936'da iç savaşın başlamasına yakın, değişen politik iklimi anlatan bir belgesel olan España 1936 (İspanya 1936) filminin senaryosuna katkıda bulundu ve yapımcılığını üstlendi.
1939'da iç savaş sırasında ABD'ye gitti ve çeşitli belgeseller çekti. 1947'de Meksika'ya geçti ve burada Meksikalı kenar mahalle çocuklarının yaşamını anlattığı unutulmaz filmi olan Los Olvidados'u çekti. Bu film ona Cannes Film Şenliği'nde en iyi yönetmen ödülünü kazandırdı. 1955'e kadar uluslararası düzeyde dikkat çekip beğeni toplayacağı 14 film çekti. 1955'te Fransa'ya döndü ve onu sinema sanatının merkezine yerleştirecek olan üç ortak yapıma imza attı. 1961'de İspanyol hükümeti tarafından Viridiana'yı çekmesi için İspanya'ya davet edildi. Film, içinde barındırdığı kilise karşıtı öğeler nedeniyle İspanya'da büyük tepkilere yol açtı ve ülkede gösterimi yasaklandı. Geri kalan hayatını İspanya dışında geçirdi. 1954 senesinde kendine has Robinson Crouse'u çekti. 1951 yılında Susanna adlı filmi çekti ve bu film çok tutulmadı. 1953 de El adlı tanınmış filmi çekmiştir.1956 yılında güzel oyuncu Simone Signoret'in başrolü oynadığı La Mort ce Jardin'i çekti. 1959 senesinde Francisco Rabal'ın başrolü oynadığı Dram filmi Nazarin'i çekti. 1962 senesinde gizemli ve dram filmi olan esrarengiz El Angel Exterminador'u çekti ve bu filmi de ses getirdi. 1964 senesinde Le Journal D' Une Femme De Chambre'yi çekti. 1967 de ise bir çok ödül kazandığı ve tüm dünyayada ses getiren güzel oyuncu Catherine Denevue ile Bella De Jour'u çekmiştir. 1970 senesinde ise Tristana adlı filmi çekti ve bu film de çok ses getirdi. İspanya iç savaş dönemi kölelik üzerine yapılmış bir filmdir. Başrolleri Fernando Rey ve güzel yıldız Catherine Denevue paylaşmıştır. Bu filmden sonra 1972 senesinde Burjuvazinin Çekiciliği adlı filmde , burjuva kesimin bir türlü yemek yiyemediklerini anlatmıştır. Bu filmde de yine vazgeçmediği oyuncu Fernando Rey oynamaktadır. 1977 yılında Arzunun O Belirsiz Nesnesi adlı filmi çekerek sinemayı bıraktı. Fernando Rey yine başrolü oynamıştır. 1983'de Mexico City'de öldü.
kaynak:vikipedi
Filmleri:
1977: Cet obscur objet du désir / That Obscure Object of Desire / Arzunun Şu Karanlık Nesnesi
1974: Le Fantôme de la liberté / The Phantom of Liberty / Özgürlük Hayaleti
1972: Le Charme discret de la bourgeoisie/ The Discreet Charm of the Bourgeoisie / Burjuvazinin Gizli Çekiciliği
1970: Tristana
1969: La Voie lactée / The Milky Way
1967: Belle de jour
1965: Simón del desierto / Simon of the Desert / Çöl Azizi Simon
1964: Le Journal d'une femme de chambre / Diary of a Chambermaid
1962: El Ángel exterminador / The Exterminating Angel / Öldürücü Melek
1961: Viridiana
1960: La Joven / White Trash-The Young One
1959: La Fièvre monte à El Pao / Fever Rises in El Pao / Günah Cumhuriyeti
1958: Nazarín
1956: La Mort en ce jardin / Death in the Garden / Bu Bahçede Ölüm
1955: Cela s'appelle l'aurore
1955: Ensayo de un crimen / The Criminal Life of Archibaldo de la Cruz / Archibaldo de la Cruz un Suçlu Yaşamı
1954: El Río y la muerte / The River and Death / Nehir ve Ölüm
1954: Las Aventuras de Robinson Crusoe / The Adventures of Robinson Crusoe
1953: La Ilusión viaja en tranvía / Illusion Travels by Streetcar
1952: El Bruto / The Brute
1952: Él /This Strange Passion
1952: Subida al cielo / Mexican Bus Ride
1951: La aHija del engaño / Daughter of Deceit
1951: Una Mujer sin amor / A Woman Without Love
1950: Susana / The Devil and the Flesh
1950: Los Olvidados / The Young and the Damned / Unutulmuşlar
1949: El Gran Calavera / The Great Madcap
1947: En el viejo Tampico / Gran Casino
1940: El Vaticano de Pio XII
1932: Las Hurdes / Land Without Bread / Ekmeksiz Toprak
1930: L'Âge d'or / The Golden Age /Altın Çağ
1929: Un chien andalou / An Andalusian Dog /Bir Endülüs Köpeği
31 Mayıs 2010 Pazartesi
Hollywod'da Bir Türk- Türk Sinemasının İlk Jönü
15 Haziran 1919 yılında İstanbul'da doğan Muzaffer Tema'nın gönlünde asker olmak yatarken, müzisyen olan babasının isteğiyle İstanbul Belediye Konservatuvarı'na girer ve burada flüt, keman ve piyano çalmayı öğrenir.Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası'nın imtihanlarını kazanarak Ankara'ya gider.
1948 yılında Tepebaşı Gazinosu'nda orkestra ile beraber konser verir. Konsere gelen sinemacılar, konserden sonra deneme filmi teklif ederler. Hiç ilgisi olmadığını, ne kadar başarılı olacağını bilemediğini söylesede, ısrarları kıramaz ve kabul eder. Aydın Arok'un yönetimindeki "Çığlık" ile ilk oyunculuğa başlar.Kısa zamanda Avrupai tipiyle dikkat çekmeye başlar ve filmler ardı ardına gelir.
1951 yılında Yıldız dergisinin okuyucuları arasında düzenlediği yarışmada "Dudaktan Kalbe" en iyi film, Muzaffer Tema'da en iyi artist seçilir.
Türk Sinemasında her şey yolunda giderken, birden bire Amerika'ya gitmek ister ve her şeyini satıp, eşinden de boşanır. Artık şansını Amerika'da deneyecektir. 1956 yılında ayağının tozuyla gittiği Amerika'da ilk işi Paramount Film Stüdyosu'nun New York ofisine başvurur. Bir gün katıldığı kokteylde Sukuras ile tanışır ve Sukuras Tema'yı ofisine davet edip fotoğraflarına bakar. "Ne zaman Hollywood'a gidebilirsin" diye sorar. Tema'nın şaşkın bakışları altında 500 dolar ve uçak biletini vererek iyi şanslar diler. Hızla girdiği Hollywood'da ülkemizde de gösterilen iki filmde oynar. "Acı Tebessüm" ve "Aya Giden 12 Adam"
Los Angeles'da Cumhuriyet Balosu'da tanıştığı Zsa Zsa Gabor'la kısa süreli bir aşkta yaşayan Tema, artık mutludur. Amerikan rüyası hayalini gerçekleştirmiş ve dünya starları arasında yer alır.
Fakat mutluluğu uzun sürmez, babasının hastalığı ile ülkesine dönmek zorunda kalan Tema, aldığı film teklifleri karşısında, kendi film şirketini kurar.1977 yılına kadar Türkiye'de kalır. Çocuğunun okulunu düşünerek tekrar Amerika'ya döner.
PrivateTürkiye'de uzun yıllar sinema oyunculuğu yapan Tema, Türkiye'ye döner.1951 yılında başladığı sinema hayatına 55 film sığdıran Türkiye'nin yanısıra Amerika'da 2, İngiltere ve Almanya'da birer yabancı filmde oynadı.
Önemli filmlerinden bazıları; Çığlık(1949); Fato, Ya İstiklal Ya Ölüm(1951); Dudaktan Kalbe(1951);Kanun Namına(1952); İngiliz Kemal Lavrans’e Karşı(1952); Hıçkırık(1953); Aşk Istıraptır(1954); Kadın Severse(1955); Vahşi Kedi(1961)
29 Mayıs 2010 Cumartesi
North Country
1975 te Kuzey Mİnasota'da madenciler, ilk kadın madencisini işe aldı. 1989 a gelindiğinde erkek madenciler 30'a 1 oranında çoğunluktaydı.
Amerika'nın tarihini değiştiren ilk toplumsal hareket davası olan iş yerinde cinsel taciz davası Charlize Theron'un güçlü oyunculuğu ve Niki Caro'nun yönetmenliği ile beyazperdede hayat buldu. Charlize Theron bu filmdeki rolüyle "En İyi Kadın Oyuncu" Akademi ödülüne aday gösterilmiştir.
Josey Aimes, evli ve iki çocuk annesi bir kadındır. Kocası tarafından şiddet gören Josey, iki çocuğunu da alıp yaşadığı yere döner. Kuaförlük yaparak para kazanamayacağını düşünen Josey, madende çalışan arkadaşı Glory'nin yardımıyla madende çalışmaya başlar. Fakat bir süre sonra Josey'e cinsel tacizde bulunulunca, hayatı kötüye doğru gider ve dava açmaya karar verir. Şehrin ilk cinsel taciz davasını açacaktır. Fakat bir sorun vardır. Tehdit edilen diğer kadın maden işçiler, Josey'in tarafında değildir. Josey umudunu yitirmeden davasını sürdürmeye kararlıdır.
Yönetmen : Niki Caro
Senaryo : Michael Seitzman , Clara Bingham (Kitap) , Laura Leedy Gansler (Kitap)
Oyuncular: Charlize Theron (Josey Aimes) , Elle Peterson (Karen Aimes) , Thomas Curtis (Sammy Aimes) , Frances McDormand (Glory) , Sean Bean (Kyle) , Woody Harrelson (Bill White) , Jeremy Renner (Bobby Sharp) , Richard Jenkins (Hank Aimes) , Sissy Spacek (Alice Aimes) , James Cada (Don Pearson)
26 Mayıs 2010 Çarşamba
Soraya'yı Taşlamak
Bütün dünya bilmeli Soraya'nın hikayesini filmin başında da Zahra'nın dediği gibi. Bütün dünya bilmeli ve öğrenmeli, İran'da ve bir çok ülkede yaşanan kahredici trajediyi.
Kitaptan uyarlanmış film olan Soraya'yı Taşlamak yaşanan olayların gerçekliği nedeniyle eleştiri yapmak hayli güç. Din alet edilerek bağnaz bir şekilde kadının toplumda yeri olmadığını, "koca karısını ihanetle suçluyorsa kadın kendisinin suçsuz olduğunu ispatlamak zorunda eğer kadın kocasını suçluyorsa bahsettiği suçu ispatlamak zorundadır" diyerek iyice kadını yok saydığını, kadının sözlerinin dinlenmediğini anlatır ki, böyle birşey kabul edilemez.
Filmi seyrederken, bir sürü şey gözlerimin önünden geçti.Siirt'teki olaylar, namus davaları, töre adı altında işlenen cinayetler, kadının diri diri toprağa gömülmesi gibi. Bir zamanlar "İran'da yaşamak istiyorum" diyenlerin ve hala İran'da yaşamak istiyorum diyenler varsa mutlaka görmesi gereken bir film.
Her ne kadar farklı ülkede geçiyorsa da film, bir insanlıık trajedisi anlatılıyorsa da, anlatılmak istenen kadının toplumdaki yeri ve kadının hala tanınmıyor oluşudur.
Freidoune arabası bozulduğu için durduğu küçük bir köyde Zahra ile tanışır.
Daha doğrusu, gazeteci olduğunu anlayan Zahra, onunla konuşabilmek için ısrarla peşine takılır. Yeğeni Soraya bir gün önce aynı köyde yaşadığı insanlar tarafından vahşice katledilmiştir. Ölmeden önce yeğenine söz veren Zahra, bunun köyün sırlarının arasına gömülmemesi için elinden geleni yapmaya kararlıdır.
Tek umudu da bu gazetecinin elindedir, dinlemeli ve bu küçücük köyün büyük günahını tüm dünyaya anlatmalıdır.
Yönetmen: Cyrus Nowrasteh
Oyuncular: Shohreh Aghdashloo,Mozhan Marnò,James Caviezel,Navid Negahban,Vida Ghahremani
22 Mayıs 2010 Cumartesi
Birds
17 Mayıs 2009 tarihinde Berlin'de kuşlar garip bir şekilde insanlara saldırmaya başladı. Alfred Hitchcock'un 1963 yapımı "Kuşlar" filmine benziyordu olay. Gariptir ki Hitchcock'un filmi Kaliforniya'da tatil yaptığı sırada kuşların insanlara saldırdığı haberini okumasıyla ortaya çıkar
Doğanın insanlardan öç alma temalı filmlerininde fikir kaynağı olmuştur aynı zamanda "Kuşlar" filmi.
Filmde Hitchcock o zamanlar için devrim sayılabilecek teknolojileri kullanmayı hikaye bütünlüğünü gölgelemeden kullanabilmiştir. Kuş seslerini bozulması ile oluşturulmuş efektler, kasabayı ve saldırıdaki kuşları çeken tepe kamerası kullanımı, fotoğrafik unsurun ön plana çıkması belirgin özellikleri arasında. Unutulmaz telefon kulübesi sahnesi ise yarım metrekarelik bir alana sıkıştırılan bir kamera ile neler yapılabileceğinin en büyük kanıtı.
Altın Küre En İyi Kadın Oyuncu ve En İyi Senaryo dalında da Edgar Ödülü almış, tüm zamanların en iyi gerilim filmi seçilmiş benimde etkilendiğim ve etkisinden uzun süre çıkamadığım bir filmdi.
Zengin, güzel ve şımarık bir genç kadın olan Melanie Daniels,San Francisco’daki bir evcil hayvan dükkânında yakışıklı ve ilginç biri olan avukat Mitch Brenner ile tanışır. Melanie, Mitch'in bu dükkânda ona oynadığı küçük oyuna kızsa da ondan hoşlanır. O gün Mitch'in, kızkardeşinin doğum günü için aradığı fakat bulamadığı kuşları satın alır ve bunları hediye olarak Mitch'in Pasifik kıyısındaki küçük bir kasaba olan Bodego Bay'deki evine götürmeye karar verir. Kasabadaki hayat ilk başlarda Melanie'ye normal gözükse birkaç gün sonra kasaba ve çevresindeki kuşlar tuhaf davranmaya ve sebepsiz bir şekilde insanlara saldırmaya başlar. Kuşların saldırıları kısa bir süre içinde ölümcül olacak, insanlara yaptıkları saldırılar sertleşecektir. Zira bir çiftçinin evinin camını kırarak içeri girer ve çiftçiyi gözlerini oyup öldürürler; keza Melanie'nin tanıştığı genç kadın da onların kurbanı olacaktır. Her türden kuşun yarattığı bu olaylar karşısında korkan ve ne yapacağını bilemeyen kasaba halkı kafesteki kuşlar gibi evlerine, dükkânlarına sığınır ve bir anlamda içeride hapis kalırlar.
Oyuncular:
* Rod Taylor - Mitch Brenner
* Jessica Tandy - Lydia Brenner
* Tippi Hedren - Melanie Daniels
* Suzanne Pleshette - Annie Hayworth
* Veronica Cartwright - Cathy Brenner
* Ethel Griffies - Mrs. Bundy, yaşlı kuşbilimci
* Charles McGraw - Sebastian Sholes, yemekteki balıkçı
* Ruth McDevitt - Mrs. MacGruder, evcil hayvan dükkânı çalışanı
* Lonny Chapman - Deke Carter, aşçı
* Joe Mantell - Gezici satıcı
* Doodles Weaver - Balıkçı
* Malcolm Atterbury - Al Malone , polis
* John McGovern - Postane memuru
* Karl Swenson - Yemekteki karamsar fikirli adam
* Richard Deacon - Mitch'in komşusu
17 Mayıs 2010 Pazartesi
Bugün Aslında Dündü-Groundhog Day
Hayatınızın monoton ve hep aynı olduğunu düşünür müsünüz? Ya her gününüz tıpatıp aynı olsaydı. Aslında her gün yeni bir güne uyandığınızın farkında mısınız?
Gösterime çıktığı yıl 70 milyon dolar hasılat toplayan ülkemizde Bugün Aslında Dündü adıyla gösterilen Groundhog Day, yılın en beğenilen filmlerinden biri olmuş, Amerikan Film Enstitüsü, "Tüm Zamanların En İyi Komedi Filmi" değerlendirmesinde 34 üncü sıraya koymuştur. Filmin etkisi o kadar derin olmuştur ki çekimlerin yapıldığı ve Bill Murray'ın her defasında çamura bastığı noktaya bir levha yerleştirilip üzerine "Bill Murray buraya bastı" yazılmıştır.
Phil, kendini beğenmiş, burnu havada,benmerkezci bir hava durumu sunucusudur. Etrafındaki kimse öyle düşünmese de kendisini TV yıldızı mertebesinde görmektedir.
Pennysylvania'nın Punxsutawney kasabasında her yıl yapılan Groundhog Günü etkinliklerine katılmak için yapımcısı Rita ve kameraman Larry ile yola çıkarlar. Buradaki insanların naifliği ve küçük dünyaları Phil'in midesini bulandırır. Tek istediği bir an önce bu kasabadan gitmektir. Ancak aniden çıkan kar fırtınası yolları tıkar ve orada kalmak zorunda kalırlar. Ertesi gün Phil uyandığında nefret ettiği günü tekrar yaşar. Artık Phil için her gün aynıdır. Phil başlangıçta bunu bir lanet olarak görse de, sonunda asıl gerçeği görür.
Yönetmen: Harold Ramis
Oyuncular: Bill Murray, Andie Macdowell
Yapım Yılı:1993
16 Mayıs 2010 Pazar
Francois Truffaut
Yönetmen, senarist oyuncu ve Fransız Yeni Dalga Akımının öncüsü olan Truffaut, 1932yılında evlilik dışı ilişkinin çocuğu olarak dünyaya geldi. Babasıyla tanışmadı. Annesi, anneannesi ve üvey babası üçgeninde yetişti. Kitaplara gömülü zor bir çocukluk ve ergenlik geçirdi.
Sinema hayatına "Cahiers du Cinema" dergisinde sinema eleştirmeni ve sinema tarihçisi olarak başladı. 1954 yılında bu dergide yayınlanan ve filmin asıl yaratıcısının yönetmen olduğunu savunan "auteur teorisi" geniş çapta yankı uyandırdı ve bir nesile ilham kaynağı oldu. O dönemlerde kısa filmler yapan Truffaut, ünlü yönetmen Roberto Rosseli'nin asistanlığını yaptıktan sonra kendi 1959 yılında kendi zor geçen ergenliğini anlattığı 400 Darba isimli filmi yaptı. bu film yönetmene en iyi senaryo oscarı ve Cannes'da en iyi yönetmen ödülü kazandırdı. Jean Pierre Leaud'un oynadığı Antonie Doniel karakterine zaman zaman dönerek Doniel'in ergenlik ve yetişkinlik dönemlerini de çekti.
400 Darbenin ticari ve eleştirel başarısı Truffaut'un uluslararası sahada tanınmasını sağladı. 1960 yılında 400 Darbe'den sonra çektiği film "Tirez sur le pianiste" B sınıfı Amerikan filmlerinden esinlenilmiş, zeka ve teknik erdemlerle zenginleştirilmiş karmaşık bir duyarlılık yansıtıyordu.
1. Dünya Savaşı yıllarında iki erkek bir kadın üç arkadaşın öyküsünü anlattığı "Jules ve Jim" ise daha sonradan bazo eleştirmenlerce Truffaut'un en iyi filmi olarak değerlendirilecekti.
Bazı eleştirmenler son dönem filmlerinin, ilk dönemdeki filmlerinin kalitesinin çok altında kaldığını söyleseler de Joseph McBride "Eğer Truffaut ilk eserlerindeki olağanüstü kamera hareketleri, nefes kesen kurgu ve keyif duygusu, daha sonraki filmlerinde daha az belirginse, bunun sebebi anlatım ve tarzda daha bilinçli bir yaklaşım ve duygusal zenginliğin artmasıdır" demiştir.
Truffaut,1973 yılında "La nuite americaine" ile en iyi yabancı film oskarını kazandı.
1984 yılında beyin tümörü yüzünden ölmeden önce "Küçük Hırsız"ı çekiyordu fakat tamamlayamadı. Vasiyeti üzerine filmi Claude Miller beyazperdeye aktardı.
Filmleri
400 Darbe - Les 400 coups (1959): Jean-Pierre Léaud
Piyanisti Vurun - (Tirez sur le pianiste) (1960): Charles Aznavour
Antoine et Colette (1962): Jean-Pierre Léaud
Unutulmayan Sevgili - (Jules et Jim) (1962): Jeanne Moreau, Oskar Werner
Yumuşak Ten - (La Peau douce) (1964): Jean Desailly, Françoise Dorléac
Değişen Dünyanın İnsanları - (Fahrenheit 451) (1966): Oskar Werner, Julie Christie
Siyah Gelinlik - (La mariée était en noir) (1968): Jeanne Moreau, Charles Denner
Çalınmış Buseler - (Baisers volés) (1968): Jean-Pierre Leáud, Claude Jade
Evlenmekten Korkmuyorum - (La Sirène du Mississippi) (1969): Jean-Paul Belmondo, Catherine Deneuve
L'Enfant sauvage (1969): Jean-Pierre Cargol, François Truffaut
Domicile conjugal (1970): Jean-Pierre Léaud, Claude Jade
Les deux anglaises et le continent (1971): Jean-Pierre Léaud
Une belle fille comme moi (1972): Bernadette Lafont, Charles Denner
Güneşte Gece - (La nuit Américaine) (1973): Jean-Pierre Léaud, Jacqueline Bisset
Adele H'nın Öyküsü - (L'Histoire d'Adèle H.) (1975): Isabelle Adjani, Bruce Robinson
L'Argent de poche (1976): enfants
L'Homme qui aimait les femmes (1977): Charles Denner, Brigitte Fossey
Yeşil Oda - (La Chambre verte) (1978): François Truffaut, Nathalie Baye
L'amour en fuite (1979): Jean-Pierre Léaud, Claude Jade
Son Metro - (Le dernier métro) (1980): Catherine Deneuve, Gérard Depardieu
Komşu Kadın - (La Femme d'à côté) (1981): Gérard Depardieu, Fanny Ardant
Neşeli Pazar - (Vivement dimanche!) (1983): Fanny Ardant, Jean-Louis Trintignant
12 Mayıs 2010 Çarşamba
Jean Seberg
Çok fazla filmde rol almadan, kısacık saçları ve gülüşüyle, erkeklerin gönlüne taht kurmuş nadir insanlardan biridir, Jean Seberg.
Kendisini keşfeden Otto Primenger, oynadığı ilk iki filmin yönetmenliğini yaptığı. İlk filmi Bernard Shaw'ın uyarlaması olan Saint Joan uyarlanan filmdir. Bu filmden sonra Fransızlar kendisine Saint Jean denmeye başlandı.
1962 yılında kendisinden 24 yaş büyük olan Romain Gerry ile evlendi ve Garry'nin yönettiği Peru'da Kuşlar ve Öldür adlı filmlerde oynadı.
Akıllara kazınmasını sağlayan rolü ise Fransız Yeni Dalga Akımını yürüten Traffaut'un senaryosunu yazdığı, Godard'ın ise yönetmenliğini yaptığı Serseri Aşıklar filmi oldu ve Fransız yeni dalga akımını yürütenler arasında yer aldı.
Fakat Seberg'i sadece hayranları ve modacılar değil, açıktan Kara Panterlere verdiği destek yüzünden FBI tarafından da takip ediliyordu. FBI, doğacak bebeğinin babasının zenci olduğu söylentisini yayarak Kara Panterlere verdiği desteği önlemek istedi. Girdiği bunalım yüzünden erken doğum yapan Seberg, bir basın toplantısında bebeğin beyaz ve cansız vücudunu göstererek dedikodulara son verdi.
Yaşadığı bunalımlı günlerden sonra sık sık depresyona giren Seberg, film çekmeye devam etti. Fakat intihar teşebbüslerinde bulunuyordu. 1978 yılında Paris metrosunun altına atlamaya çalıştıktan 1 hafta sonra ortadan kayboldu. 8 Eylül 1979 da Paris'in dışında bir yerde arabasında ölü bulundu. Yanında boşaltılmış bir kutu ve bir intihar notu ile birlikte. Ölümüyle FBI ın bağlantısı olup olmadığı hep bir tartışma konusu olmuştur.
Filmleri
* Saint Joan - (1957)
* Bonjour tristesse - (1958)
* The Mouse That Roared - (1959)
* Serseri Aşıklar (film) (Breathless)- (1959)
* Five Day Lover - (1961)
* In the French Style - (1962)
* Lilith - (1964)
* The Beautiful Swindlers - (1964)
* Échappement libre (Backfire) - (1964)
* A Fine Madness - (1966)
* Line of Demarcation - (1966)
* The Road to Corinth - (1968)
* Birds in Peru - (1968)
* Pendulum - (1968)
* Paint Your Wagon - (1969)
* Airport - (1970)
* L'attentat - (1972)
* Kill! - (1972)
* Camorra - (1972)
* The Corruption of Chris Miller - (1973)
* Les Hautes solitudes - (1974)
* Große Ekstase - (1975)
* White Horses of Summer - (1975)
* The Wild Duck - (1976)
7 Mayıs 2010 Cuma
Serseri Aşıklar
Jean-Luc Godard'ın ilk uzun metrajlı filmi olan Serseri Aşıklar aynı zamanda Fransız yeni dalga akımını başlatan da filmdir. Sinemada belli başlı kurallar olmadan da güzel şeyler yapılabileceğini ortaya koymuştur.
Filmde bir bütünlük yoktur. Bir bütünlük vardır fakat alışageldiğimiz türde sahnelerin birbirini takip ettiği türde bir bütünlük değildir. Ayrı ayrı sahnelerde anlatmak istediğini anlatır.
Başındaki şapkası ve ağzından düşürmediği sigarasıyla Belmondo, Bogartvari görünür ki, bu da Godard'ın çökmüş Amerikan sinemasına saygı duruşudur.
Aynı zamanda filmin başrol oyuncuları olan Jean Paul Belmondo ve Jean Seberg, bu filmle dönemin gazetelerinin de etkisiyle 20 li yaşlardaki performanlarıyla zirveye taşınmışlardır.
Gelelim filmin konusuna;
Michel Poiccard küçük çaplı hırsızlıklar yapan, gangster adayı genç adamdır. En son Marsilya'da yaptığı bir araba hırsızlığı yüzünden başı derde girmiştir. İstemediği halde bir kişinin ölümüne neden olan Michel Paris'e gelir ve daha önce birkaç kez beraber olduğu Patricia'yı bulur. Patricia Harold Tribune'de stajyerlik yapan Amerikalı genç bir gazeteci adayıdır. Ama işine en baştan, gazete satıcılığı ile başlamıştır.
Polisten kaçan Michel, Patricia'nın evinde saklanmaya başlar. Genç ganster Roma'yı kaçmayı planlar. Yanında Patricia'yı da götürmek ister. Patricia mantığı ve duyguları arasında kalmıştır.
Senaryo: François Truffaut
Yönetmen: Jean-Luc Godard
Oyuncular:Jean-Paul Belmondo,Jean Seberg,Daniel Boulanger, Jean-Pierre Melville, Henri-Jacques Huet,Van Doude
5 Mayıs 2010 Çarşamba
12 Kızgın Adam
Tüm gerçekliğiyle doğru verilen karar acaba gerçekten doğru bir karar mıdır? Ve bu karar insanın hayatını etkileyecekse? Karar ya yanlışsa.Kesin kararlar vermeden önce iyice bir irdelemek lazım diye düşünenlerdenim
1957 yapımı siyah beyaz bir film olan 12 Kızgın Adam, yanlış karar verilmiş olabileceği üzerine duruyor. Tek bir mekanda geçen ve 12 kişinin aynı masa etrafında konuşmalarını, tartışmalarını gösteren film düşük bütçeyle de olsa kaliteli bir film çıkarabileceğini gözler önüne seriyor. Filmin imdb puanı 8.9 ve en iyi filmler arasında 7inci sırada yer alıyor.
Filmin konusu ise şöyle;
Latin kökenli bir Amerikalı genç babasını bıçaklayarak öldürdüğü gerekçesiyle birinci dereceden cinayetle suçlanır ve mahkeme önüne çıkarılır. Sanığın kaybettiğini söylediği bir bıçak cinayetin işlendiği odada bulunmuştur, mahkemeye sunduğu savunma oldukça zayıftır ve kurbanın çığlıklarını ve katilin kaçışını duyduklarını söyleyen pek çok tanık vardır, dolayısıyla dava kısa sürecek gibi görünmektedir. Sanık suçlu bulunduğu taktirde idama mahkum edilecektir.Jüri üyeleri kararı açıklamak için odalarından döndüklerinde şaşırtıcı olmayan sonuçlar ortaya çıkar: oniki jüri üyesinden onbiri genç adam hakkında 'suçlu' hükmünde bulunmuşlardır. Sekiz numaralı jüri üyesi Davis 'suçsuz' hükmü yönünde oy veren tek üyedir. Davis'in jüri üyelerini kararlarını tekrar düşünmeye ve eldeki kanıtları tekrar değerlendirmeye ikna etmeye çalışması esnasında her jüri üyesinin 'suçlu' kararı vermesinin arkasında aralarında yabancı düşmanlığı, kanuna aşırı güven, çoğunluğa uyma, geçmişle hesaplaşma gibi farklı kişisel sebepler olduğu ortaya çıkar.
Tür : Dram / Gerilim
Yönetmen : Sidney Lumet
Senaryo : Reginald Rose
Görüntü Yönetmeni : Boris Kaufman
Müzik : Kenyon Hopkins
Yapım : 1957, ABD , 96 dk.
Oyuncular: Henry Fonda (Jüri üyesi Bay Davis) , Lee J. Cobb (Jüri üyesi) , Ed Begley Jr. (Jüri üyesi) , E.G. Marshall (Jüri üyesi) , Jack Warden (Jüri üyesi) , Martin Balsam (Jüri üyesi) , John Fiedler (Jüri üyesi) , Jack Klugman (Jüri üyesi) , Edward Binns (Jüri üyesi) , Joseph Sweeney (Jüri üyesi Bay McCardle) , George Voskovec (Jüri üyesi) , Robert Webber (Jüri üyesi) , Rudy Bond (Yargıç)
21 Nisan 2010 Çarşamba
Erkan Can
1 Kasım 1958 Bursa doğumlu Erkan Can, 1975 yılında Bursa Devlet Tiyatrosu'Ahmet Vefik Paşa sahnesine giderek tiyatro hayatına başladı.1985 yılında İstanbul Belediye Konservatuvarı Tiyatro bölümüne girdi ve 1990 yılında oradan mezun oldu. Televizyonla tanışması Mahallenin Muhtarları adlı diziyle oldu. Büyük bir hayran kitlesi oluşmasına neden olacak filmi ise 1998 yılında basşrolünü oynadığı "Gemide" adlı film oldu. Bu filmle 35.Antalya Film Şenliğinde "en iyi erkek oyuncu" ödülünü aldı. Aynı filmle yine en iyi erkek oyuncu dalında 1999 yılında Ankara Film Festivali'nde ve Orhan Arıburnu Ödülleri'nde aldı.
Son zamanlarda Kapalıçarşı adlı Tv dizisinde izlediğimiz Erkan Can'ı bu hafta gösterime girecek olan Siyah Beyaz adlı filmde izleyeceğiz.
Filmleri:
* 2009 Siyah Beyaz
* 2008 Kara Köpekler Havlarken
* 2007 Takva - Muharrem
* 2006 Kader - İrfan
* 2005 Pamuk Prenses 2 (kısa film) - Serdar
* 2005 O Şimdi Mahkum - Kazım
* 2005 Anlat İstanbul - Darbukacı
* 2004 Yazı Tura - Firuz
* 2001 Vizontele - Mela Hüseyin
* 2000 Dar Alanda Kısa Paslaşmalar - Suat
* 1998 Gemide - Kaptan
* 1998 Bana Old and Wise'ı Çal (kısa film) - Oguz
* 1995 Sokaktaki Adam
* 1986 Davacı - Seyyar Satıcı
Dizileri:
* 2009 Kapalıçarşı
* 2008 Düğün Şarkıcısı -Kudret
* 2007 Bıçak Sırtı -Numan
* 2006 Fırtına - Oflu Hoca
* 2005 Kapıları Açmak - Suphi Yilmaz
* 2002 Azad
* 1993 Yalancı - Hulusi
* 1992 Mahallenin Muhtarları - Temel
* 1989 Gençler
Ödülleri:
* 1998
-(35.Antalya Film Festivali) En İyi Erkek Oyuncu Altın Portakal Ödülü Gemide
* 1999
-(10.Orhan Arıburnu Ödülleri) En İyi Erkek Oyuncu Gemide
-(11.Ankara Film Festivali) En İyi Erkek Oyuncu Gemide
* 2004
-(SİYAD Ödülleri) En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Yazı-Tura
* 2006
-(43.Antalya Altın Portakal Film Festivali) En İyi Erkek Oyuncu Takva
-(28.SİYAD Türk Sinema Ödülleri) En İyi Erkek Oyuncu Takva
* 2007
-(26.İstanbul Film Festivali) En İyi Erkek Oyuncu Takva
-(12.Nürnberg Türkiye/Almanya Film Festivali) En İyi Erkek Oyuncu Takva
-(1.Asya Pasifik Sinema Ödülleri) En İyi Erkek Oyuncu Takva
-(13.Cinema Tut Ecan Geneva) En İyi Erkek Oyuncu
20 Nisan 2010 Salı
Yeşim Ustaoğlu
18 Kasım 1960 Sarıkamış-Kars doğumlu Yeşim Ustaoğlu, öğrenimi Mimarlık bölümünde yaptı. Mastırını restarasyon alanında yaparken, bir taraftan da muhabir olarak çalıştı.
İFSAK'ın dergisine yazılar yazan Yeşim USTAOĞLU, sürekli film izledi ve en sonunda film çekmeye karar verdi. İlk kısa metraj filmi olan "Bir Anı Yakalamak" ile 1984 yılında İFSAK Kısa Film Yarışmasında ödül aldı. ikinci kısa filmi "Magnafantagna" ile Oberhausen ve Chicago film festivallerine katıldı. "Düet" 1991 yılında Yunus Nadi Kısa Film Yarışması'nda birincilik ödülü aldı. 1992 yılında Hotel isimli kısa filmi yönetti. Hotel, 14. Akdeniz Montpellier Festivali Büyük Ödülü alarak aynı yıl büyük ilgi topladı.
1994 yılında yaptığı ilk uzun metraj filmi "İz" ile 14. Uluslararası İstanbul Film Festivali'nde En İyi Türk Filmi Ödülü aldı. "İz", Moskova ve Gotenburg gibi festivallerde de gösterildi.
Ama Yeşim Ustaoğlu'nun büyük ölçekte başarı elde eden ve uluslararası alanda asıl tanınmasını sağlayan ise ikinci uzun metraj filmi "Güneşe Yolculuk" oldu. Bu filmle Berlin Film Festivali'nde yarıştı ve Mavi Melek ödülünü ve Barış Ödülü'nü aldı. En İyi Film, En İyi Yönetmen, FIPRESCI Ödülü ve Seyirci Ödülü'nü alarak, İstanbul Festival'inde hemen hemen bütün ödülleri aldı.
2004 yılında Bulutları Beklerken'i çekti ve Bulutları Beklerken'i çekerken çekim sürecini Sırtlarındaki Hayat adlı belgeselle anlattı.
Filmlerinde hep bir yolculuk ve arayış hikayesini anlatan Yeşim Ustaoğlu, son filmi yine bir yolculuk hikayesi olan Pandora'nın Kutusu dur.
Ödüller
-11. Orhan Arıburnu Ödülleri, 2000, Güneşe Yolculuk, Mahmut Tali Öngören Jüri Özel Ödülü
-18. İstanbul Film Festivali, 1999, Güneşe Yolculuk, En İyi Türk Yönetmen
-11. Ankara Film Festivali, 1999, Güneşe Yolculuk, En İyi Yönetmen
-11. Ankara Film Festivali, 1999, Güneşe Yolculuk, Onat Kutlar En İyi Senaryo Yazarı
-23. İstanbul Film Festivali, 2004, Bulutları Beklerken, Jüri Özel Ödülü
-14. İstanbul Film Festivali, 1995, İz, En İyi Film
-56. San Sebastian Film Festivali 2008 Pandora'nın Kutusu, En İyi Film
-Uluslararası Fajr Film Festivalinde ‘Kristal Simurg Jüri Özel Ödülü Pandora'nın Kutusu
-9. Boston Turk Film ve Muzik Festivali, 2010, Pandora'nin Kutusu, En İyi Film
Filmleri:
Yönetmen olarak
* Bir Anı Yakalamak 1988
* Magnafantagna 1989
* Düet 1990
* Otel 1992
* İz 1994
* Güneşe Yolculuk 1998
* Bulutları Beklerken 2003
* Sırtlarındaki Hayat 2004 (Belgesel)
* Pandoranın Kutusu 2008
Senarist olarak
* Otel 1992
* Güneşe Yolculuk 1998
* Bulutları Beklerken 2003
***Picture by Saydan Aksit
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)